Dini, Oyun ve Eğlence Edinmek…

Bugün yine şaka gibi bir haberle karşı karşıya geldim. 13 yaşındaki bir çocuk canlı yayında kelime-i şehadet getirip müslüman olmuş (!). Çocuğun müslüman olmasında vesile olan (!) kişi de, “inşallah ileride büyüyüp hacca da gidersin” diye dua etmiş. Bunu gören müslümanlar da alkışlamış. Lütfen biri bana anlatabilir mi din değiştirmek ne demek? Din ne demek? Müslüman olmak ne demek? Hacca gitmek ne demek? Daha da ilginci, çocuk kelime-i şehadeti söylerken, onlarca insan bu çocuğu kamera -kamera değil, video- kaydına alıp, çocuğun okuduklarını tekrarlıyorlardı. Novus ordo seclorumu kurmak için uğraşanların bu müslümanlardan çekinmelerine gerek yok sanırım…

Çocuğa soruyorlar “neden müslüman olmak istiyorsun?” o da diyor ki “içimden geldi“. Doğru, 13 yaşında çocuk ne diyecekti? Mesela “Ben çevremde din adı altında yapılanların hem kendi içimde hem de çevremde çelişki doğurduğunu gördüm. Sonra modern seküler dünyanın kendi elleriyle uydurdukları isimlerin (=putların. İnceleyiniz: demokrasi, eşitlik, ekonomi, insan hakları, sosyalizm, liberalizm, bilimcilik vb.) görkemine kapıldım ve ben de Tanrı’yı ve elçilerini hayatımdan çıkardım. Bunu yaptığımda hayatımın anlamının da kaybolacağını, tıpkı maymunlarda olduğu gibi benim elimde de sadece şu an kalacağını dolayısıyla tüm çabamı şu anımı zevk içinde geçirip acıdan kaçma uğrunda harcayıp, ölümü getireceğimi düşünemedim. Gün geçtikçe her sabah uyandığımda yataktan çıkmak için bir sebep bulamaz oldum. Tıpkı Tolstoy’un yaptığı gibi, intihar etmeyeyim diye dolabımdaki ipi kendimden sakladım. Bu duruma gelince artık elimde ölmemek için geçerli sebep olarak sadece Tanrı’nın kaldığını fark ettim. Sonra kendi kendime dinleri (!) incelemeye başladım. İnsanlar gülüp eğlenirken ben kütüphaneye kapandım. Zevk elde etmek yerine gerçeği bulmak için uğraştım durdum. Uykusuz geceler geçirdim. Aylar, yıllar sürdü… Birçok konuda fikrim değişti. En çok sevdiğim, güvendiğim insanlar bu süreçte içine daldığım zorlu durum yüzünden beni bir başıma bıraktı. İşte bu zorlu arayışın sonunda yine O’nun desteğiyle, O’nun sarsılmaz gerçeklikteki yolunu keşfedebildim…” diyecek hali yok ya…

Küçücük çocuğa diyecek lafım yok elbette, ama şu yetişkin insanların dine bakış açılarına bakar mısınız? Belki de anlamını bile bilmediğiniz iki üç kelime söylüyorsunuz sonra pıt diye din değiştirmiş oluyorsunuz. Bunun öncesinde hiçbir anlamsızlığa, arayışa, güvensizlik durumuna düşmüyorsunuz. -Yanlış anlaşılmasın, illa bu duyguları yaşayacaksınız diye bir şey yok elbette. Fakat ben 21.yy karmaşası içerisinde dinginlik içinde kalarak aradığını bulmuş birine henüz rastlamadım. Belki vardır…- Elçi İbrahim’in yaptığı gibi güneşi, ayı sorgulamıyorsunuz… Yaşadığınız dönemin sembollerini /uydurulmuş isimlerini /putlarını kırmıyorsunuz. “Bizi yetiştiren, sahibimiz, yalnız Allah’tır” dediğiniz için yurdunuzdan kovulmuyorsunuz. Sadece bir cümle kuruyorsunuz, o kadar. Bu arada, bu bir iki kelimeyi, bir de ölmeden bir kaç saniye önce söyleyebilirseniz tamamdır! Vay be, demek bu kadar kolay. Elçilerin uğruna uykusuz kaldığı, gece gündüz üzerinde çalıştığı, bazı zamanlar yapayalnız kaldıkları, sıkıntıdan göğüslerinin daraldığı sistemi iki-üç kelime söyleyerek şıp diye çözüveriyorsunuz. Merak etmeyin bunu yaptıktan hemen sonra da Aydınlanma’nın icadı olan “acıdan kaçma ve zevki arttırma dini“nizi -pardon, en doğal hakkınızı- ayakta tutmaya devam edebilirsiniz. Tebrikler! Artık modern seküler dünyanın bir lütfu (!) olarak dininizi caminizin ve evinizin dışına çıkarmadığınız sürece istediğiniz gibi yaşayabilirsiniz… Yaşamınıza verdiğiniz anlamda ek bir değişiklik yapmanıza hiç gerek yok… Değer yargılarınızı sorgulamanıza gerek yok…

Kitabı hiç okumayanları geçtim kitabı okuyanlar olarak bizler de bazen hayatlarımızda değişiklik yap(a)mıyoruz. Sadece kitabı okumakla olmuyor. Bu öğretinin gerekliliğine ikna olmak gerekiyor. Bunun iyilik getireceğine ikna olmak gerekiyor. Aylar önce tartıştığımız bir zamanda yakın bir arkadaşıma -kendisi de Kuran okuyor- içini yumuşatmak umuduyla bir ayeti hatırlatmıştım. Ayeti okuduğunda “şimdi Kuran ile ne alakası var bu durumun” demişti. Böyle bir cevap almama sahiden şaşırmıştım. Oysa o ayet insanlarla ilişkilerimizde, iyiye ulaşmak için neyi gözetmemiz gerektiği konusunda hatırlatma yapan ayetlerden biriydi. Açıkçası ayeti hatırlattığımda onu şıp diye iyi olana iletebileceğimi sanıyordum. Birkaç gün önce Kuran çalışırken dikkatimi çeken bir ayet hatalı olduğumu bana öğretti. Anladığım kadarıyla iyi olana ulaşmak için, esas onun bunu istemesi gerekiyordu. Allah, herkesin iç dünyasını, gerçekte ne istediğini en iyi bilen olduğu için, iyi ve güzel olanı seçmek için çabalayanı da şüphesiz biliyor ve aradığını bulması için arayışta olanı destekliyor.1 Şimdi durup baktığımda böyle olmasına üzülsem de neden böyle olduğunu daha net görüyorum, bu da sorunu çözmek konusunda bir yol gösteriyor. Küçük bir özetle bunu anlatmak mümkün değil ama kısacası böyle olmasının önemli nedenlerinden biri çoğumuzun kafasında dinsel ve dinsel olmayan alan ayrımının var olması. Din, sanki sadece cami duvarları içerisinde veya evimizin bir odasında yaşattığımız bir hayalet gibi. Günlük yaşantımızda çok az yer tutuyor. Dini, genelde, sadece adı geçen yerlerde biçimselliğine takılarak uyguluyor sonra da diğer yerlerde yok sayıyoruz. Doğrusu, diğer yerlerde (=işte, ev yaşantımızda, insan ilişkilerinde) gerçek anlamda başka bir dine uyuyoruz. İleride bu okuduğunuz sayfalarda bu konu ile ilgili olan yazılar bulacaksınız…

Neyse… Sözün özü, asıl söylemek istediğim şey şu: hayatımızda uygulamaya çalışmayacaksak kitaba ne diye emek harcıyoruz? Hobi olsun diye mi? “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme” ayetini okuduktan sonra bir tartışma anında kendimizi en hatasız insan ilan edeceksek o ayeti ha okumuşuz ha okumamışız, ne değişir? Yaptığı bir hatadan sonra pişman olup bizden af dileyen dostumuzu affetmiyorsak affedici olmamızı öğütleyen ayetleri ha okumuşuz ha okumamışız, ne fark eder? “Kullarıma, güzel konuşmalarını söyle. Çünkü şeytan, onların arasını açar” ayetini okuduktan sonra ilk zorlukta dostumuza ağzımıza geleni sayıyorsak ne anlamı kaldı bu ayetleri okumanın? “Gerçeği yalanlayan nankörler, Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da” ayetinden haberdar olduktan sonra, yine mallarımızı onlara seve seve vereceksek nasıl çıkacağız bu içerisine düştüğümüz durumdan? Veya “Hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyin ardına düşme” ayetini okuduktan sonra, haber sitelerinde, sosyal medya denilen pislik çukurunda her okuduğumuza sorgulamaksızın inanıyorsak o ayetin hayatımızda yaptığı değişiklik nerede? Bunca hatırlatma bize neden yapılıyor? Yarın olunca tekrar unutup, günümüzün dayattığı değer yargılarıyla, ahlak sistemiyle yaşama devam etmek için mi? Elçiler kitabı okuyup, çalışıp sonra yine aynı günlük hayatlarına devam mı etmişlerdir, yoksa ilk başta kendileri olmak üzere okuyup çalıştıklarını hayata geçirmeye mi çabalamışlardır?

Konuya dönersek, işin daha da komiği bir süre sonra çocuğun Hristiyan annesi çıkıyor diyor ki “Çocuğumuz müslüman olmadı, sünnet olmadı!“. Elçilerin kemikleri sızlıyordur. Bıkmadan, zorluklara karşı yılmadan canlarıyla ve mallarıyla didinerek anlatmaya çalıştıkları Allah’ın o kusursuz sistemi, sünnet olmaya indirgenmiş durumda. Şu içinde bulunduğumuz durumun neresini düzelteceksiniz, nereden başlayacaksınız? Yahudi geleneği ne zamandan beri müslüman olmanın göstergesi oldu? Kuran’ın hangi ayetinde sünnet emrediliyor? Bu kadar yalın, göz önündeki bir gerçeği bile insanlara kabul ettiremiyorsunuz. İnanmıyorsanız açın okuyun görün, sonra da deneyin. Birine eğer sağlık açısından bir sakıncası yok ise çocuğunu sünnet ettirmemesini söyleyin. Sonra çatık kaşlarla birlikte alacağınız cevapları dinleyin. Gerçekten şu gördüklerim karşısında hissettiğim çaresizliği kelimeler ile anlatmaya benim yazma becerim yetmiyor. Dinin oyun ve eğlence aracı haline getirilmesi bunun gibi bir şey mi acaba? Yukarıdaki örneği bir senaryo sonucunda mı yapıyorlar bilmiyorum ama öyle olsun ya da olmasın, dinin değerinin bir oyuncak seviyesine düşmesine neden oluyor diye düşünüyorum.

Eğer dine karşı bu değer kaybettirici bakış açısına sahip olanlar sadece yukarıda örneklediğim ve gelenekçiler olarak özetleyebileceğimiz kesim zannediyorsanız yanılırsınız. Bakınız, aşağıda 2019 yılında ders kitabı olarak okutulan bir kitaptan alıntı göreceksiniz. Kavramlar konusunda tamamen Batı’yı örnek alan ülkemiz eğitim sisteminde ahlak ve din sanki birbirinden bağımsız, birbiri alanına hiç girmeyen şeyler olabilirmiş gibi anlatılıyor ama bu anlatımın eleştirisi hiç yapılmıyor, mümkün olup olmadığı sorgulanmıyor. Kavramları bu şekilde oturttuğunuzda, işleri bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Allah için olanlar ve Allah için olmayanlar şeklinde ayırmanız an meselesidir demektir. Sizce elçiler bu bakış açısıyla hareket etmiş olsalardı başarılı olabilirler miydi? Ayrıca, altını çizdiğim yerde bahsedilen “dinlerin dogmaları” anlatımının, eğer biraz bu konularda kitap karıştıran biriyseniz hristiyanlığın, daha doğrusu katolik kilisesinin geldiği zorba durumdan bıkan Batı insanının sık sık kullandığı anlatımlardan biri olduğunu bilirsiniz. Ne ara bu anlatı yine onların uydurduğu dinler kategorisinde bulunan her şey için sorgulanmadan uygulanabilir oldu? Din, ahlak alanından çekilecek, eylemle ilgisi olmayan metafizik alana kayacak ve oradan hiç çıkmayacak. İyi de, o zaman sen zaten dini hiçbir şeye denkledin demektir. Baştan aşağıya eylemle ilgili olan dinin, metafizik alana hapsedilebileceği tam anlamıyla şaşkınların düşüneceği türden bir yanılgıdır. İnsanın eylemlerinde iyi-kötü ayrımını gözetmediği bir an bile yok iken, din /ahlak nasıl olacak da eylemle ilgisiz bir metafizik alanda kalacak soran yok…

Sonuç olarak her geçen gün gözlerimizin önünde olan burada örneklediğim benzer durumlar ile ilgili hiçbir şey yapamadan ölürsek Allah’a ne hesap veririz bilemiyorum. Şu an yaşadığımız hayatın içindeki bolluk sakın bizi yanıltıp rahatlığa sürüklemesin. Aksine bu durumun tehlike çanları olarak anlaşılması gerektiğini Kuran’dan öğreniyoruz. Kuran’a göre varlıktan dolayı azıtan nice kentler yıkıma uğruyor. İnsan kendini yeterli gördüğünde öğretiyi terk ediyor, bencil çıkarlarının peşinde koşuyor. Hevesini, keyfini ilah ediniyor. Seküler modern dünyaya bakın. Tam olarak ayetlerde anlatılanı göreceksiniz. Fosil yakıtların getirdiği bolluk ve sahip olduğu çoğu hiçbir işe yaramayan bilgi bolluğunun verdiği kibirle kendini her konuda yeterli gören insanlar topluluğu. Bunu eğer görmüyorsanız, ya da en azından görmeye çalışmıyorsanız Kuran’a bir hikaye kitabı gibi davranmanız an meselesidir demek olabilir, dikkat edin. Bakıp da görmeyenlerden olmayalım. İçinde bulunduğumuz duruma ve vaktimizin sınırlı olmasına rağmen geceleri kafasını yastığa koyar koymaz rahat rahat uyuyabilenimiz var ise, acilen o konfor yatağından doğrulmasını dilerim.

Şimdiyse sizi, özel iftar duası ile başbaşa bırakıyorum…

  1. Sen istediğini doğru yola getiremezsin, ama Allah, yola gelmeyi tercih edeni doğru yola getirir. Kimin doğruya yöneldiğini en iyi o bilir. (28:56, Süleymaniye Vakfı Çevirisi)
Bu yazı Kısa Yazılar kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Dini, Oyun ve Eğlence Edinmek… için 4 cevap

  1. sdfdf der ki:

    Özel iftar duası nerede?

    • Ayetsel der ki:

      Anlattığım olayın videosunun sonunda bir yazı görünüyor “İFTAR ÖZEL DUASI AZ SONRA…” diye. Yazının sonundaki cümle ona bir göndermeydi.

  2. Hakan Özdemir der ki:

    Ne diyeyim ……bahsettiğiniz olay bir çok açıdan farklı farklı açıklanabilirdi ancak bu şekilde yorum getirmeniz gerçekten, hani ne derler ….cuk oturmuş.
    İlk okuduğum yazınız bu idi diğer yazılarınızı okumaya başlayacağım yeni yazılarınızı da inanın sabırsızlıkla bekliyor olacağım . Başarılar diliyorum…..

  3. anonim der ki:

    ağzınıza sağlık. ben isteğim dışında zorla sünnet edildim daha doğrusu sakat bırakıldım. hakkımı bu iğrenç olayda payı olan hiç kimseye helal etmiyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir