Geçenlerde izlediğim bir videoda Kuran çalışan birinin, Kuran’ın kendi kendisini nasıl açıkladığı ile ilgili çok net ve kısa bir örneği vardı. Videoyu çok beğendim fakat benzer bir Türkçe video bulamadım. En azından bir yazı olarak dilimize kazandırmış olmak için videoda verilen örneğin bir benzerini buraya aktarıyorum.
Kuran’a emek veren birçok insanın bir süre sonra ulaştığı ortak noktalardan biri de Kuran’daki ayetlerin Kuran’ın geri kalanıyla sıkı bir bağlantı içerisinde olması ile ilgilidir sanıyorum. -Aslında bu durum belki de Kuran’ın nasıl korunduğuyla ilgili de güzel bir zihin alıştırması olabilir- Kendi içerisinde bağlantılı olma durumu ile ilgili olarak Maide Suresi’nin incelendiği şuradaki yazıya, Kuran’da geçen salat kavramının Kuran’ın bütünlüğü içerisinde incelenmesi ile ilgili örnek bir çalışma için de şu adresteki sayfaya bakabilirsiniz.
Kevser Suresi’nin İncelenmesi
Öncelikle Kevser Suresi’nin farklı çevirmenler tarafından nasıl çevirildiğine birkaç örnek verelim.
Sana çok şey verdik. Öyleyse her işi Sahibin için yap ve her şeye O’nun için göğüs ger! Unutulup gidecek, senden nefret edendir. (Abdulaziz Bayındır çevirisi)
Kuşkusuz, sana, Sayısız Nimetler verdik. Öyleyse Efendin için namaz kıl; yönel! Aslında, soyu kesik olan, seni kötüleyendir. (Ali Rıza Safa çevirisi)
Biz sana çok hayır/Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes! Asıl “nesli kesik” olan, sana buğzedendir. (Bayraktar Bayraklı çevirisi)
Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir. (Diyanet İşleri çevirisi)
Biz sana bolca nimetler verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kendini ada/yönel. Asıl mahfolacak olanlar sana kin duyanlardır. (Edip Yüksel çevirisi)
Doğrusu, Biz sana pek çok şey verdik. Öyleyse Rabbine yakar ve yönel! Doğrusu, sana kin tutan, sonu kesilecek olandır. (Hüseyin Atay çevirisi)
BAK, Biz sana bol nimet verdik: o halde [yalnız] Rabbine ibadet et ve [yalnız O’nun adına] kurban kes. Şu gerçek ki, senden nefret eden, [her türlü iyilik ve güzellikten] kesilmektedir! (Muhammed Esed çevirisi)
Hiç kuşkusuz, biz verdik sana Kevser’i/iyilik, bereket, mutluluk, güzellik, soy ve aydınlığın tükenmezini. O halde sen de Rabbin için namaz kıl/ dua et ve göğsünü gererek dimdik dur/ ellerini bağlayıp kıyam et/namazı vakti girer girmez kıl/kavrayışını bilgi ile derinleştir/eti yenecek hayvan kes! Kuşkun olmasın ki, ebter/soyu kesik, seni kötüleyenin ta kendisidir! (Yaşar Nuri Öztürk çevirisi)
To thee have We granted the Fount (of Abundance). Therefore to thy Lord turn in Prayer and Sacrifice. For he who hateth thee, he will be cut off (from Future Hope). (Yusuf Ali, İngilizce çevirisi)
Şimdi, çevirileri okuduktan sonra sureyi kendimiz inceleyelim. Üç ayete sırasıyla baktığımızda ilk ayette olmuş olan bir şeyden bahsediliyor: bir şey verilmiş. Sonraki ayette bu verilen şeyden ötürü bir şeyler yapılması bekleniyor, dolayısıyla yapılacak olan şeyin verilen şey ile ilişkisi olmalı. Son ayette ise, yapılan bir şeye cevap veriliyor, bu şey her ne ise ilk ayette verildiği söylenen şeye karşı takınılan tutumla ilgili olsa gerek. İlk ayetten başlayalım.
innâ | elbette biz |
a’taynâ-ke | biz sana verdik |
el kevsere | kevser |
İlk ayette belirsiz olan tek şey “el-kevser“in ne olduğu. Aslında burada geçen “kevser“in hangi “kevser” olduğu belli. Arapçada “el (ال)” ön eki, başına geldiği ismi belirli bir isim yapıyor. Yani mesela “قلمٌ” dediğinizde bu herhangi bir kalem anlamına geliyorken, “القلمُ” dediğinizde belirli bir kalem anlamına dönüşüyor. Bize belirsiz gibi gözükmesi çevirilerde kelimenin “kevser” olarak bırakılmasından kaynaklanıyor. Bu da sanırım surenin adının Kevser konulmuş olmasıyla ilgili olabilir. Peki “el-kevser” nedir? Kelimenin kökü KSR(كثر) harflerinden oluşuyor. Bu kökten türeyen diğer kelimelerin geçtiği ayetlere baktığımızda kelimelerin çok, birçok, çokça, fazla gibi karşılıklarla çevirildiğini görüyoruz. Sözlükten de bu anlamı doğrulayabiliyoruz. Bir dipnotta ise bu kelimenin “çok iyilik” anlamına geldiği yazıyor. Peki, bu “el-kevser” olarak, yani çok hayır /iyilik olarak nitelenen şey nedir? Bu kelimenin kökünün geçtiği diğer ayetlere baktığımızda buna bir cevap bulabiliyoruz. 2:269 ayetine dikkat edelim:
O, bilgeliği [hikmeti /doğruyu yanlıştan ayırt edebilme yeteneğini] dileyene verir. Kime bilgelik verilmişse ona çok iyilik verilmiştir. Bunu ancak öz akıl sahipleri anlar.
2:269 – H. Atay çevirisi, köşeli parantezi ben ekledim
Bu ayette geçen “çok iyilik” kısmının Arapça karşılığı şöyledir: خَيْرًا كَثِيرًا. Arapça okumayı biliyorsanız ikinci kelimenin Kevser kelimesi ile aynı kökten(KSR – كثر) olduğunu görebilirsiniz. Bu durumda bu ilk ayete göre elçimize çok iyilik /hikmet /doğruyu yanlıştan ayırabilme yeteneği /bilgelik veriliyor. 2:269 ayetinde geçen “Hikmet” kelimesinin köklerini Kuran içerisinde aradığınızda 36:2 ayeti oldukça dikkat çekici. Yüce Allah, bu ayette Kuran için hikmetli /bilge /doğruyu yanlıştan ayırt eden sıfatını kullanarak yemin ediyor. Bu durumda tüm bu parçaları birleştirirsek Kevser suresinin ilk ayetinde Efendimizin bahsettiği çok, bol iyilik olan şeyin Kuran olabileceği olasılığı karşımıza çıkıyor.
Bu çıkarımı aklımızda tutup ikinci ayete geçelim.
fe | artık , o halde |
salli | namaz kıl, destekle |
li rabbi-ke | Rabbin için |
ve-nhar | ve kurban kes, göğüsle |
İkinci ayette Yüce Allah “O halde Efendin için salli ve nahar yap!” diyor. “Salli” çoğu çeviride namaz olarak çeviriliyor. Çok geniş bir konu olduğu için -ve ben o konuya yeterince emek harcamadığım için- diğer kelime olan “nahar“a bakalım. Bazı çevirmenler bu kelimeyi kurban kesmek olarak, bazıları göğüs germek, dayanmak, yönelmek olarak çeviriyor. Y. N. Öztürk’ün çevirisindeki “kavrayışını bilgi ile derinleştir” anlamı da ilgi çekici. Yukarıda bahsettiğim videoda da buna benzer bir anlam veriliyor. Buradaki “nahar“ın hayvan kesmek anlamında olmadığına kanıt var, çünkü hayvan kesme eylemi için Kuran’da zubiha kelimesi zaten kullanılıyor. Bu ikinci ayette, birinci ayette verilen büyük iyilikten dolayı bir şeylerin yapılması isteniyor. Bunlardan biri salli, diğeri ise nahar. Sallinin /namazın Kuran ile olan ilgisi açık. “Nahar“ı da göğüslemek, göğüs germek veya kavrayışta derinleşmek olarak anladığımızda bu durumda sanki bu ayette Yüce Allah ana fikir olarak bize diyor ki: “Kuran ile olan bağlantınızı kurun, namaz kılın ve Allah’ın yasası konusunda derinleşin /zorluklara karşı dayanıklı olun!“
Nahar kelimesi NHR (نحر) kökünden oluşuyor ve bu kökten oluşan, Kuran’da kullanılan tek kelime. Bu kelime Lisan’ul-Arab sözlüğüne göre göğüs anlamına geliyor.1 Kelimenin köküne Edward William Lane sözlüğünde baktığımızda şöyle bir anlama da gelebildiğini görüyoruz:
-A2- [Hence,] نَحَرَ الأُمُورَ عِلْمًا (tropical:) [He mastered affairs, or the affairs, by knowledge, or science]: (A): he knew affairs soundly, or thoroughly. (Har, 2nd ed. of Paris, p. 95, Com.) And يَنْحَرُ العِلْمَ
نحر maddesi, Arapça – İngilizce Sözlük, Edward William Lane
Türkçe söylersek, bu kelime kökü aynı zamanda iyice bilmek; bilgiye, bilime dayanarak bilmek; ustalaşmak anlamlarına da gelebiliyor.2 Bu ayette geçen iki eylemin birbiriyle bağlantılı olmasının daha akla yatkın olduğunu da düşünürsek namaz kılıp /salli edip(ki, Kuran’ı öğrenmek, uygulamak için yapılıyor), Kuran’da /o tükenmeyen kaynakta ustalaşmak, derinleşmek, ona çalışmak veya bu yolda çıkacak olan zorluklara karşı dirençli olmak, göğüs germek anlamı birbiriyle çok uyumlu gözüküyor.
Surenin son ayeti olan üçüncü ayet ise şu şekilde:
inne | muhakkak |
şânie-ke | sana buğzetti, kinlenen |
huve | o |
el ebteru | ebter, soyu kesik |
Mustafa İslamoğlu bu ayeti “Bir başka gerçek de şu ki; (hayırdan) tamamen kesilip kopmuştur senden nefret eden.” şeklinde çevirmiş. Çevirinin dipnotu3 ise kesinlikle incelemeye değer. Özetle diyor ki, ilk ayette olan “el-kevser” ne ise son ayette olan “el-ebter“4 ondan uzak olmayı, ondan kesilmiş, koparılmış olmayı ifade ediyor. Bu durumda anlayabildiğim kadarıyla ayet elçimize aşağı yukarı diyor ki: “Sana kin duyan kişi, sana verdiğimiz o tükenmez iyilik kaynağından kopup gitmiş olan kişidir”.
Tüm bu açıklamaları birlikte düşündüğümüzde bu surenin çok güzel bir şekilde açıklandığını düşünüyorum. Kendi açımdan anlayabildiğimi özetlersem: Hem elçimize hem de bizlere sonsuz iyiliğin kaynağı olan bir Kuran gönderildi. Bu iyilikten faydalanmamız için namaz kılmalı /salli yapmalı ve onda ustalaşmalı /ona çalışmalı /zorluklara göğüs germeliyiz. Elçimize ve bize kin duyacak, bizi istemeyecek kişiler o sonsuz iyiliğin kaynağına uzak olan kişilerdir. Ondan kopup gitmiş; onunla bağını kesmiş olan kişilerdir.
Unutmadan, bu sayfalarda yazdığım şeyler benim kendi sınırlı bilgimle, okuyup araştırdıklarım sonucunda anlayabildiklerimi ifade ediyor. Yani hiçbir şekilde “bu kesinlikle tek ve sarsılmaz doğrudur” gibi bir iddiam yok. Hiç şüphesiz bilgim sınırlı olduğu için yanılabilir, hataya düşebilirim. Eğer hatamı fark ederseniz, kanıtlarıyla birlikte bana göstermenizden büyük mutluluk duyacağımı bilin. Yüce Allah’ın şu sözlerini hatırlatarak bitiriyorum:
Efendinizden size indirilene bağlı kalın. O’ndan başka bir de ayrıca dostlar edinmeyin. Ne denli az öğüt alıyorsunuz? (7:3)
Ey insanlar! Efendinizden, size kesin bir kanıt geldi ve size apaçık bir aydınlık indirdik. Sonunda, Allah’a inananları ve O’na sarılanları, Kendisinden bir rahmet ve lütuf içine yerleştirecek ve onları dosdoğru yol ile Kendisine eriştirecektir. (4:174-175)
Ey insanlar! Efendinizden, size bir öğüt, gönüllere onma, inananlara da yol gösteren ve rahmet gelmiştir. (10:75, Ali Rıza Safa çevirisi)
Şüpheniz olmasın ki bu Kur’an en kalıcı, en doğru olana kılavuzlar ve müminlere şu yolda müjde verir: Barışa/hayra yönelik işler yapanlar için büyük bir ödül vardır. (17:9, Yaşar Nuri Öztürk çevirisi)
Andolsun ki Kuran’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur? (54:17, Diyanet İşleri çevirisi)
- Abdulaziz Bayındır çevirisi dipnotu↩
- Bu anlamı doğrulayan başka kaynaklar da var.↩
- el-Ebter, ilk âyetteki el-kevserin karşıtı bir vurguya sahiptir. Bizce bu Kur’an’ın çift/zıt kutupluluk özelliğinin (mesânî) bir göstergesidir. el-Kevser “çok hayır” mânasını taşıdığı için, el-ebter de “hayrın kaynağından tümüyle kopup kesilen” mânası taşır. Betera: kata’a (kesip kopardı), el-ebter: el-maktu’ (kesilip kopmuş) demektir. Yani, geriye ondan hiçbir iz kalmadığı için “vardı ama yok oldu” demeye bile gerek duyulmayan bir kopuş. Ebter soyut ve mânevî değerler için kullanılır. Ebtere kelimenin sonradan kazandığı “soyu kesik” mânası verenler, müşriklerin Allah Rasûlü’nün oğulları Kasım ve Abdullah’ın vefatının ardından “Onun soyu kesiktir” suçlamasından yola çıkarlar. Bu yoruma göre âyet bu suçlamayı kabul edip onu yapanlara iade etmiş olmaktadır. Oysa ki Kur’an’ın kendisi soy-sopla, evlat ve oğulla övünmeyi şiddetle kınar. Kur’an’a göre çocuksuzluk bir eksiklik değil bir imtihandır. Kaldı ki, bu sûrenin iniş nedeni olarak gösterilen Âs b. Vail’e mukabele ediliyorsa, bu mukabele gerçekleşmemiş demektir. Zira onun oğlu (Amr b. As), torunu Abdullah ve onun nesli yaşamıştır. Eğer ebter ile mânevî soyun kesikliğinin kastedildiği söylenecek olursa, iman gibi küfrün de hep varolacağı bedihi bir hakikattir. Kâfirler sadece dünyada var olmayacaklar, âhirette de (cehennemde) var olacaklardır. Yani küfrün ve kâfirin soyunun kesik olduğu şeklindeki bir anlayış da isabetli değildir. Ebter suçlamasının, Allah Rasûlü’nün “kavminin yolundan ayrılıp kopmasını” ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Fakat hakikat yukarıda söylendiği gibidir ve âyetin meali de buna göre verilmiştir.↩
- BTR köküne sahip kelimenin anlamı için şuraya bakabilirsiniz.↩
Çok güzel bi yazı. Ufacık bi ayet ne cevherlerle doluymuş.
Yüce Allah iyilik kaynağı kitabımızdan hakkıyla faydalanmayı nasip etsin.