Bir süre önce bir dostumla Kuran üzerine bir sohbet yaparken kendisinin “Madem her şey Kuran’da var, o zaman nasuh tövbesinin ne olduğunu Kuran’dan nasıl bulacağım?” sorusu üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu soru, aslında kendi içerisinde şu iki savı barındırmaktadır: nasuh tövbesi diye bir şey var ve bu nasuh tövbesi Kuran’da anlatılmıyor. Bu iki savı birlikte kabul ederseniz Kuran’ın eksik olduğunu söylemiş olursunuz. İlkini kabul edip ikincisini reddederseniz bu durumda nasuh tövbesinin ne olduğunu Kuran’dan gösterebiliyor olmanız gerekir. Bu yazıda bunu deneyeceğim.
Sorun aslında nasuh tövbesinin kendisi değil. Onun yerine X koysak, yaklaşımı değiştirmediğimiz sürece yine benzer sorular ortaya çıkacaktır. Örneğin namazın rekat sayılarını bana Kuran’dan göster, namazı bozan şeyleri bana Kuran’dan göster, ezanı bana Kuran’dan göster ve diğerleri gibi sorular benzer nedenden kaynaklanan sorulardır.
Bu temel neden Kuran’a güvenilmiyor olmasıdır. Bu güvensizliğin nedeni ise Kuran’ın okunmuyor, anlaşılmıyor olmasıdır. Kuran’a güvenen birinin bu sorulara yaklaşımı baştan bellidir. Rekat sayısı geçmiyorsa buna gerek yok demektir. Belki de rekat sayısı duruma göre değişmesi gereken bir şey olduğundan Kuran’da yoktur. Çünkü elçi namazda her zaman kısa bölümleri okumuş olamaz. Aynı şekilde ezanın nasıl olacağı geçmiyorsa buna da gerek yok demektir. Çünkü ezan zorunlu olarak şu anki biçimde olmak zorunda değildir. Sözgelimi tarihsel gerçekler başka biçimlerde de namaza çağrı yapıldığını yazıyor.1 Bunlara rağmen bu “eksiklerde” ısrar etmek, Allah bunları unuttu demeye denktir. Söylediklerinizin ne anlama geldiğinine dikkat edin. Allah hiçbir şeyi unutmaz. Böyle yaptıysa, böylesi en iyisi olduğu içindir. Bu iki cümleye katılmamak basit bir seçim değil, Allah’a güvenip güvenmemenin göstergesidir.
Özellikle ezan konusu müslüman olduğunu savlayan toplumların durumlarının içler acısı olduğunun çok net bir göstergesidir. Bir tartışma esnasında söylenen “Ezan Türkçe olmalı” sözü bütün ülkenin gündemini günlerce işgal edebilmekte, iki taraf arasında adeta savaş çıkartmaya yetmektedir. Oysa incelendiğinde namaza çağrı yapmak ile bir toplantıya çağrı yapmak arasında hemen hemen hiçbir fark yoktur. İnsanları bir toplantıya nasıl çağırıyorsanız, benzer biçimde camiye de çağırabilmeniz gerekir. Yeri gelir bu çağrıyı e-posta ile yaparsınız, yeri gelir herkesin duyabileceği bir sesle duyurursunuz, yeri gelir ilan dağıtırsınız. Aranızda bir toplantıya bilmediği dilde çağırılan biri var mı bilmiyorum. Eğer varsa, bu çağrıyı aldığında hissettiklerini lütfen yorumda belirtsin.
Kuran’da olmayan bir şeyi dinin gereği olarak kavramsallaştırıp, sonra da o şeyin Kuran’da bulunmadığını öne sürerek başka kaynaklardan o şeyin var olduğuna delil getirmek, bu delili de dolaylı olarak Kuran’ın eksikliğine kanıt göstermek en hafifinden Kuran’a hakaret değilse, kısır döngüdür. Bu şekilde Kuran’dan uzaklaşmaktan başka bir yere ulaşamayız. Yanlış anlaşılmasın, sonradan kavramsallaştırılan her şeyin terk edilmesi gerektiğini söylemiyorum. Aksine bunların işlevsel faydaları olabilir. Örneğin teravih namazının buna bir örnek olduğunu düşünüyorum. Büyük olasılıkla ramazan ayında insanlara Kuran’ın öğretisini öğretmek için yapılan ek bir Kuran çalışmasından geriye kalan biçimsellik olabilir.
Gelgelelim bir duruma, belki bir coğrafyaya, belki de bir dile göre işlevsel bir amaç için kavramsallaştırılmış şeyleri “dini” zorunluluk durumuna getirmek insanların Kuran’dan uzaklaşmasından başka bir şeye işe yaramıyor. Sözgelimi bölgenin coğrafi şartlarına göre oluşmuş Arap kıyafetini İslam kıyafeti haline getirmek insanların kitaptan uzaklaşması için bir sebep daha sunmaktan başka bir şey değildir. Çok soğuk bir ülkede yaşayan adama “sünneti” uygulasın diye fistan mı giydireceğiz? Allah’ın yasasını, sakala, fistana indirgeyenler bunun bedelini ödeyemezler, dikkatli olsunlar. Konunun özünü anlayanlar için hiç ilginç değildir ki tüm bu takılıp kalınan şeyler hep biçimseldir. Oysa Kuran baştan sona bir yaşam biçiminden, anlamdan, sizi ve toplumunuzu hayatta tutacak olandan bahsetmektedir. Tam burada bir düşünceyi gözden düşürmenin en etkili yolunun onu kötü savunmak olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Eğer Allah’ın yasasının etkin olması gibi bir derdiniz varsa, böyle bir şeyi göze alamamanız gerekir.
Hepsini geçtim, içinde bulunduğumuz durumda derdimiz ezanın dili, namazın rekat sayısı mı olmalı? Çocuklarımız çoktanrıcı yetiştirilirken, telefonumuz bilgisayarımız bize sormadan arkamızdan işler çevirirken, medyasıyla dizileriyle eğlence programlarıyla topluma her yandan “Kendi toplumunuzu nasıl çökertirsiniz?” dersi verilirken, ribaya bulaşmadan yaşayabileceğimiz alan böylesine daralmışken, ülkenin tarımı biterken, genetiğiyle oynanmış tohumların sofralarımızda gezmesine izin verilirken, yabancı uyruklu tohum şirketlerin ülkemizde birden fazla ofisi varken, bu şirketlerin vergi borçları affedilirken, toplumda izlenen yol açıkça yıkımı çağırırken, kısmen tektanrıcı olan azınlıklarımız yok edilirken, insan olarak değerimiz bir sokak itiyle eşdeğer hatta belki de ondan daha da az bir duruma gelmişken derdimiz ezanın dili mi yani? Yoksa bunların dinle ne alakası mı var diyorsunuz?
Nasuh Tövbesi Nedir?
Aslında nasuh tövbesine girmeden önce tövbenin ne olduğuna kısaca değinmekte fayda görüyorum. Tövbenin ne olduğunu bilince nasuh tövbesinin ne olduğunu bilmek birkaç saniyemizi alacak. Tövbe kelimesini oluşturan ت و ب kökleri Kuran’da 87 yerde geçiyor.2 Kelime anlamı olarak dönmek, pişmanlık duymak anlamına geliyor. Uzun uzun incelemesini belki başka bir yazıda yaparız, bu yazı için kısaca söylersek tövbe basbayağı yaptığı hatayı anlayıp o hatadan dönmek anlamına gelmektedir.
Nasuh tövbesi ise 66:8 ayetinden çıkarılıyor. Ayetin ilgili kısmının çevirileri şöyle:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللَّهِ تَوْبَةً نَّصُوحًا
Ya eyyuhellezine amenu tubu ilallahi tevbeten nasuha
Ey iman edenler! Gönülden gelen bir tövbe ile Allah’a yöneliniz. (Bayraktar Bayraklı)
Ey inananlar, ALLAH’a yürekten tevbe edin (Edip Yüksel)
Ey iman edenler! Öğüt veren bir tövbe ile Allah’a tövbe edin. ( Erhan Aktaş)
Ey inanıp güvenenler! Örnek bir dönüşle Allah’a dönün. (Süleymaniye Vakfı)
Ey inanca çağırılanlar! Yürekten pişmanlığınızı Allah’a gösterin. (Ali Rıza Safa)
Ey iman edenler! Etkili öğüt veren bir tövbe ile Allah’a yönelin. (Yaşar Nuri Öztürk)
Ey iman edenler, Allah’a öyle tevbe ile tevbe edin ki, nasuh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! (Elmalılı)
Siz ey imana ermiş olanlar! Gönülden tevbe ederek Allah’a yönelin! (Muhammed Esed)
66:8
Tövbenin hatadan dönme olduğunu söyledik. Peki bu ayetten geçen nasuhen ne demek? Bu kelime ن ص ح kökünden türüyor. Kuranda bu kökten 13 kullanım var. Nasuhan olarak sıfat biçiminde bir kere 66:8 ayetinde geçiyor. Yani bu nasuhan, hatanızdan yapacağınız dönüşün sıfatı olacak. Kökün geldiği anlamlara farklı kaynaklardan baktığımızda nasihat etmek, öğüt vermek, öz, halis, samimi, öğüt veren, tertemiz3; muhatabın yararına olan bir işi veya sözü araştırıp bulmak, hâlis, saf, samimi 4; samimi tavsiye, akıl vermek, öğüt vermek, samimi olmak, niyetinde samimi olmak5. Görüldüğü gibi verilen anlamlar birbirine yakın. Bu bağlamda bu verilen anlamlara dayanarak nasuhanın öğüt verici, samimi, içten gibi sıfatlarla karşılanabileceğini söyleyebiliriz.
Şu an çalışmakta olduğum Yusuf’un kıssasının anlatıldığı bölümün 11. ayetinde de bu kelime “biz onun için hep nasihun olduk” şeklinde kullanılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Yusuf’un kardeşleri, Yusuf’u kendileriyle göndermeleri için babaları Yakup’tan izin istiyorlardı. Yakup, kardeşlerin içerisinde Yusuf’un kötülüğünü isteyen biri olduğunu biliyor bunu bildiği için Yusuf’u göndermek istemiyor. Fakat Yakup’un bilmediği şey, tüm kardeşlerin bu işin içerisinde olması. Yakup bunu bilmediği için Yusuf’un kardeşlerinin babaları Yakup’a gelip Yusuf hakkında içten, samimi olduklarını söylemeleri Yakup’u ikna ediyor. Kimi çeviride bunu “biz onun iyiliğini isteyenleriz” olarak görüyoruz. İçten, samimi, öğüt verici olan şey zaten iyilik getiren şey olmalıdır. Müfredât içinde geçen anlam da bu durumu doğruluyor.
Aslında Süleymaniye Vakfı ve Ali Rıza Safa çevirisi soruya yer vermeyecek şekilde nasuh tövbesinin ne olduğunu açıklamıyor mu? Örneklemek gerekirse: borsadan para kazanıyorsunuz. Bir gün bir şey size borsadan kazandığınız paranın iyilikten çok kötülüğe yol açabileceğini gösteriyor. Detaylarını araştırıyorsunuz ve gerçekten kötülük getireceğini görüyorsunuz. İşte bu gerçeği görüp, borsadan para kazanmayı bırakmak ve bu gerçeğin gerektirdiği diğer şeyleri de gerçekleştirmek (mesela çevrenizde yaymaya çalışmak) tevbeten nasuhadır. İçten bir şekilde, çevrenizdekilere örnek olacak biçimde hatadan dönmek ve o hatayı bir daha tekrarlamamaktır. Tam bu sırada hangi hatalardan yapılan geri dönüşün geçerli olduğu ile ilgili olarak 4:176 ayetini hatırlamakta fayda görüyorum.
Aslında nasuh tövbesi, ayrı bir yazı yazmayı gerektirmeyecek kadar basit bir konuydu. Fakat yüksek olasılıkla birtakım işlevsel faydalar için anlatılanlar, bir zamandan sonra insanlarda Kuran’ın eksik olduğu algısını yaratmaya başlamış. Bu en hafif şekilde kişinin Kuran’ı eksik görmesi demektir. Aslında bu, ben en hafif şekilde diye nitelemiş olsam da hiç de hafif bir şey değildir. Çünkü müslümanlık iddiasında olan birinin ilk ve tek güveneceği kaynak Kuran’ın ta kendisidir. Bunun alternatifi yoktur.
Bu güven, müslüman ülkelerindeki içler acısı durumun çözümünün temel basamağıdır. Çünkü bu ülkelerin birleşebileceği ortak nokta Kuran’dır. Çoğunluğu bu basamağa adımını bile atamamış olan müslümanların durumu hepimizin gözü önünde durmaktadır. Bugün Ortadoğu’da olan müslüman ülkelerinin arasında birlik kurulamamış olmasının özü burada yatmaktadır. Elçinin Allah’a edeceği şikayetini hatırlayın. Ne diyordu? “Ey Efendim! Aslında, benim toplumum, bu Kur’an’ı, terk edilmiş olarak bıraktı!” Hiçbir şey sizi içinde bulunduğunuz noktayı sorgulamak için ikna etmiyorsa, en azından elçinin şikayeti etmeli. Elçi neden bundan şikayet ediyor hiç düşünmüyor muyuz? Kim bu Kuran’ı terk edenler?
Kuran, anlaşılmaz, yetersiz bir kitap değildir. O’nun eksik olduğunu söyleyenler onunla olan ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu açığa vururlar. Burada ne demek istediğimi Kuran ile arasında bir bağ kurmaya çalışan okuyucular çok iyi anlayacaklardır. Kuran, verdiğiniz emeğin, harcadığınız zamanın karşılığını kesinlikle alacağınız bir kitaptır. Eğer hiç emek harcamıyorsanız kitabın anlaşılmaz, yetersiz olduğunu sanırsınız.
Kuran’ın anlattıklarında boşluk, eksiklik yoktur. Çünkü Allah unutmaz, yanılmaz, eksiklik bırakmaz. Böyle yaptıysa, böylesi uygun olduğu içindir. Bunu kabullenmeyip ona birtakım ekler yapmaya çalışmak, onun eksikliğini gidermek (!), Allah’a döneceğini uman kişilerin göze alabileceği bir iş değildir. Üstelik Allah onlarca kez Kuran’ın yeterli olduğu gerçeğini anımsatmışken böyle bir şeyi yapmak müslüman kişinin yapacağı iş kesinlikle değildir.7
Kuran’a yaklaşım konusunda müslümanların yaptıkları, önceki kitapların geldiği toplulukların kitaplarına yaptıklarının karbon kopyasıdır. Yahudilerin Tevrat hakkında söyledikleri ile müslümanların Kuran hakkında söyledikleri şeyler mutlak paranteze aldığımızda dışarıya aynı şey olarak çıkmaktadır. İnandırıcı gelmedi mi? Öyleyse şu alıntıya bakalım:
Tora’nın kendine özgü dili, çeşitli sebeplerden dolayı şifrelidir ve bazı durumlarda bir kanunun uygulaması ilgili metin okunduğunda varılan sonuç, o kanunun pratikteki uygulaması ile farklılık gösterebilir.
Oysa Tora’nın Tanrı’dan geldiğini bilen kişiler, tüm bu garip, yersiz ya da gereksiz kullanımların içinde mutlaka sonsuz değer ve miktarda mesajın varlığını görürler. Tora sadece okunmayı değil. “Analiz edilmeyi” gerektiren bir metindir. Ancak bunun da belirli kuralları vardır ve bu analiz sadece Moşe Rabenu’ya, onun da bizlere öğretmiş olduğu yöntemler kullanılarak yapılabilir.
Şivim Panim LaTora, Tora’nın Yetmiş Yüzü Vardır. Bir elmasa farklı yüzeylerden baktığınızda farklı görüntüler elde edersiniz. Bu bakış için en önemli şart, nereden bakarsanız bakın “doğru gözlüğü” kullanmaktır. Tora’yı incelemek ya da yorumlamak için kendi gözlerine güvenen ve gözlüğe ihtiyacı olmadığını iddia edecek kadar kaba olan kişi, o elması basit bir taş olarak görmeye mahkumdur.
Yetmiş yüze sahip olan Tora’nın en ufak detayıyla ilgili sayısız ve bazen birbiriyle çelişebilen açıklamanın varlığı sürpriz olmamalıdır. Tora bir yaşam kitabıdır ve hayatın her alanıyla ilgilenir. Dahası Tora sadece bir kitap değildir. Burada yazılı olanın kat kat fazlası, uygulamalar, değerler ve ayrıntılar şeklinde Yahudi belleğinde mevcuttur. Tora’nın tek bir değer üzerinde durması elbette beklenemez. Bu açıdan öğretmenlerimiz olan Hahamlarımız, çeşitli açıklamalara, çeşitli mesaj ve dersler gizlemişlerdir. Bu da Tora ile ilgili birbirinden farklı açıklamaların temelidir.
Tora hakkındaki bilgisi sadece düz (ve çeviri) metin okumakla sınırlı kişilerin, okudukları hakkında yersiz ve yanlış yorumlar yapılmasına hatta bazı ifadelerin Yahudi aleyhtarlığına alet edilmesine kadar gidebilmiştir. Bu durumun, binlerce yıllık köklü gelenekten haberdar olunmamasından kaynaklandığı açıktır. Dolayısıyla Tora’nın köklü geleneğin rehberliği olmaksızın yorumlanması son derece yersiz ve hatalı kaçacağı akılda tutulmalıdır.
Tora ve Aftara 1. Kitap, Önsöz
Bugün müslümanları Kuran’a ikna etmeye (!) çalıştığınızda duyacağınız sözler bu sözlerin çevresinde dönmektedir. Yahudi din adamlarının bu tavırları Kuran’da eleştirilmiştir. Onlara benzememeleri için müslümanlar uyarılmıştır. Özelde Kuran’ı, genelde hiçbir şeyi okumayan bir toplum elbette Kuran’ın bu uyarılardan uzak kalmıştır. Yahudi din adamlarına göre Tora mükemmeldir ama şifrelidir. Bu nedenle bir rehber olmaksızın anlaşılamaz. Tanrı, Musa’ya bu rehberi öğretmiştir. Musa’ya öğretilen ise Sözlü Tora adı verilen sözler (hadisler) ile bizlere ulaşmıştır. Bu sözler de Talmud adı verilen kitapta toplanmıştır. Bu sözler olmadan Tora anlaşılamaz. Elbette bu sözlerin ve Tora’nın anlaşılması işini de din adamları yapacaklardır. Benzerliği yakaladınız mı? Günümüzde Kuran’ın hadisler olmadan anlaşılamayacağını söylemekten ne farkı var? Bu anlattıklarımda ilgili yerleri Kuran, Muhammed, hadis/Kütüb-i Sitte ile değiştirdiğinizde fark eden ne görüyorsunuz?
Yine de bu basit ve anlaşılır çıkarımları kabul etmeyip başka kaynaklarda boğulmak isteyenler varsa, içten dönüşün ne olduğunu Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinden öğrenebilirler. Böylece belki Rumi’nin günümüzdeki konumu hakkında da kafalarında şüphe oluşur.8 Okuduktan sonra Mesnevi’deki anlatımı hiç direnç göstermeden kabul edebiliyorsanız, müslümanlığınızı yeniden gözden geçirmenizi içtenlikle öneriyorum.
- Gong’la namaza çağrı örneği için bakınız: https://archive.aramcoworld.com/issue/199106/the.far.east.htm↩
- http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=twb↩
- İlyas Karslı, Yeni Sözlük, NSH md. s. 2013↩
- İsfahani, Müfredât, neseha md. s. 1438↩
- Hans Wehr 4th ed, nasuha md. s. 1137↩
- Allah’ın kabul edeceği pişmanlık, ancak, bilisizlik yüzünden kötülük yapan, sonra hemen pişmanlık gösterenler içindir. Allah, işte böylelerinin pişmanlıklarını kabul edecektir. Çünkü Allah, Bilendir; Bilgelik ve Adaletle Yönetendir. 4:17, Ali Rıza Safa çevirisi↩
- İlgili ayetlerin bir kısmı için bakınız: 2:38, 2:63, 2:91, 2:99, 2:120-121, 2:213, 2:159, 2:176, 3:32, 3:73, 3:118, 4:26, 4:105, 4:176, 5:3, 5:15-16, 5:47-48, 5:99, 6:19, 6:105, 6:114-115, 6:155-157, 7:3, 7:52, 7:144-147, 7:169-171, 7:174, 9:11, 10:37, 11:1, 12:111, 16:9, 17:9, 17:12, 17:89, 18:27, 18:54, 19:97, 20:113, 20:123-124, 20:133-134, 21:27, 21:45, 22:16, 22:54, 23:49, 23:73, 25:30, 25:33, 26:193-195, 28:49, 28:56, 33:1-2, 33:67, 34:6, 39:23, 39:27-28, 39:41, 41:44, 42:13, 43:2-3, 43:43-44, 44:2, 44:4, 45:6-10, 50:45, 57:17, 65:11, 98:1-8↩
- Nasuh tövbesi ile ilgili kısım için bkz: Mesnevi, c. v, 2225 ve sonrası beyitler. ↩
Bu soruyu sorduran büyük olasılıkla tasavvuf etkisindeki cemaattir. Bu adamlar nasuh tövbesini formülleştirmişler, aşama aşama açılımlarını yazmışlar. Yalnızca kendilerine yarayan hizmetler de sıkıştırmışlardır araya. Böyle bir “ineğin rengi” bilgisi oluştuğu için soruluyor. Diyelim ki İslam’a nasıl bütünüyle veya topluca girileceğini de sorabilirdi. “Kaffeten dahli nasıl yapılır, bana Kuran’dan göster bakalım.” Sormadı çünkü kitaptan haberi yok. Kendisine ezberletileni soruyor.
Tasavvuf etkisi doğru. Çoğu konu ineğin renginin sorulduğu duruma getirilmiş gibi gözüküyor. Müslümanların yaşamında anlama ilişkin hemen hemen hiçbir şey kalmamış. O yüzden tüm sorular biçime abanıyor. Aklıma öncekilerin hatalarına düşmeyelim diye yapılan uyarılar geliyor. Fakat öncekilerin hataları ne? O da bilinmiyor. Elçinin yapacağı yakınmanın her şeyi baştan incelemek için yeterli olması lazım. Olmuyor. Hadis, sünnet deyip duruluyor. Tamam o zaman, o ayet de elçinin ağzından çıkmamış mı? Kesin çıkmış. O zaman “hadis”in gereğini yerine getirip Kuran’ı devreye soksana, sünneti uygulasana? Ona da yok. E ne yapacağız peki bu yalın gerçeği göstermek için? Biz de Diyanet’in kapısına bildiri mi asalım yani?
Hiç fena fikir değil. Takım işi bu. Bundan böyle bunu yapma niyeti olan birilerini arayacağım. Kendi Diyanet’imizi kurup kendi Cuma’larımızı yapıp kendi hutbelerimizi yayınlamamız gerekiyor. Hâlâ sosyal medya sarhoşluğuna kurban vermediğimiz Kuran öğrencileri varsa bir adım öne çıksınlar. Adresimiz belli, bizi bulun.
Kendi Diyanet’imizi kurup kendi Cuma’larımızı yapıp kendi hutbelerimizi yayınlamamız gerekiyor. Ne demek?
…..Biri kalkıp da düzeni gerçekten değiştirecek, köleliği kaldıracak, sorunları çözecek olursa bu kişilerin kesinlikle desteklemeyeceğini, hatta engel olmaya çalışacaklarını düşünüyorum…. demiştiniz.
Bir topluluk olarak dinlemek isteyen herkese açık olacak bir Kuran dersi vermek. “Namazın” nasıl olması gerektiğini göstermek. Dersten sonra o dersi veya Kuran’ın genel buyruklarını o günün koşullarında yorumlamak ve kendimize görevler çıkarmak da “hutbe” olacak. Bunları yayınlamak gerekir. “Diyanetin yapması gereken asıl iş budur” mesajını vermek gerekir. Gerekirse sokak reklamları veya gazete ilanlarıyla insanlar dersi dinlemeye veya Diyanet’e baskı yapmaya çağrılabilir. Engellenirse internet var. O da engellenirse doğrudan mektuplar yazılır. Amacın yıkıcılık olmadığını iyice belli etmek için mesela Ali Erbaş’a yapılan suç duyurusuyla ilgili onu destekleyen mesajlar da verilebilir.
Selim Bey, bence diyanet konusunda Hüda Kayanın internettede dolaşan 2 dakikalık videosunu izleyin, derim. Orada ince bir ayrıntı var. Lütfen ona dikkat edelim.
İzledim. Eğer mecliste oturduğu yerden söylediklerini diyorsanız, daha önce duymadığım bir şey söylememiş. Hangi ayrıntıyı yakalamam gerekiyordu, yardımcı olur musunuz?
Ayrıntı şu, diyanet eşcinsellik suçtur demiyor, bütün kötülüklerin kaynağı eşcinselliktir diyor. Hakkı doğru teslim etmek gerek. Yoksa tüm değerler değersizleşir.
Diyanet eğer bütün kötülüklerin kaynağı içki deseydi kimse akşamcılara ayrımcılık yapıldığını söylemeyecekti. Para deseydi zenginlere, hırsızlık deseydi bankalara ayrımcılık yapıldığından yakınmayacaktı bu çoktanrıcı kadın. Bu liboş kadının dokunulmazları olan homolar, kadınlar, Kürtler ve Gayrimüslimlerden birine dokunduğunuzda bağırır. İyi-kötü diye ayırmaz. Çoktanrıcılığın tanımı zaten bu değil mi? Diyanet’in dört dörtlük bir şey söylediğini öne sürmüyorum. Zaten tek bir düzgün iş yapamadıkları için Kuran ayaklar altında kalıyor.